New York Sana Küsmüş... (Şubat 2012)
Theodor Adorno’nun deyişiyle: “Modern birey derin hayati sorunlarla yüz yüzedir: kendine ve doğaya yabancılaşma, anlamsızlık, hürriyetsizlik, yalnızlık, şeyleşme, araçsallaşma, ağır mağduriyetler ve haksızlıklar...” Bu sorunların esas nedeni ise yine Adorno’nun deyişiyle: “bireyin haz endüstrisiyle içine itildiği meta fetişizmi”dir. Adorno’nun bu sözleri Shame’in (Utanç, 2011) Brandon Sullivan karakterinin yaşamını özetler niteliktedir.
2008 yılında Steve Mcqueen’in
ilk uzun metrajlı filmi Hunger'ını (Açlık, 2008) izlediğimde tam anlamıyla
hipnotize olmuş, filmi 2008’in en iyi filmleri listesinde en üstlere yazmakla
birlikte hem Mcqueen’in hem de Michael Fassbender’in ismini bir köşeye not
etmiştim. Özellikle Fassbender’in Bobby Sands performansı gerçekten beynime
kazınmıştı. Christian Bale’in bir Brad Anderson filmi olan The Machinist'inde (Makinist,
2004) yaşadığı beden deformasyonunu hatırlara getiren bu insanüstü oyuncu
performansı Fassbender’in de sinemadaki ilk başrolü olma özelliğini de taşıyordu.
21. yüzyıl tüketim toplumu ve bireyin yalnızlığı
üzerine bir film olarak görebileceğimiz Shame’de ise iktidar ve nakit gücüne
sahip, parasını ödemeden almadığı hiçbir şeyden
zevk alamayan –Adorno’nun deyişiyle haz endüstrisinin tutsağı olan- ve
yaşamındaki tek haz porno içerikli internet siteleri, mastürbasyon ve para
karşılığı seks olan Brandon Sullivan karakteri ve jazz vokal kız kardeşi
Sissy’nin (Carey Mulligan) yaklaşık 2 haftaya yayılan paramparça yaşamlarından
bir kesit izliyoruz. Shame’de Mcqueen ve Fassbender, sanki Hunger’da bıraktıkları yerden devam ediyorlar. Konu olarak bakıldığında birbiriyle
alakası olmayan iki film gibi gözükse de (Hunger, açlık grevinin 66. gününde 27 yaşında (5 Mayıs 1981) hayatını kaybeden
IRA’nın önderlerinden ve aynı zamanda İngiltere Parlamentosu milletvekili Bobby
Sands’in hapishanedeki açlık grevi günlerini anlatırken; Shame ise bir 21. yüzyıl
post-yuppie’si olarak tanımlayabileceğimiz seks bağımlısı Brandon Sullivan’ın
New York’taki yalnızlıkla örülü hayatına odaklanıyor) ana tema yine “beden”.
Mcqueen, Hunger’da kapitalist düzen ve sistem eleştirisini Bobby Sands’in hapishane hücresinde geçirdiği günler üzerinden yaparken, Shame’de New York şehri Brandon Sullivan karakteri için Hunger’ın hapishane hücresinin yerini alıyor. Hunger’da Bobby Sands’in bedeni açlık grevinden heba olurken, Shame’in Brandon Sullivan’nının vücudu ve ruhu ise para karşılığı seks yapan kadınlarla birlikte eriyip gidiyor ve hatta gittiği gay club’daki erkeklerin eğlence alanına dönüşüyor.
Mcqueen’nin kamerasından akan görüntüler bir yalnızlık ve hüzün senfonisine dönüşürken, yönetmenin sakin anlatımı Brandon Sullivan’nın hayatının anlamsızlığına paralel seyrediyor. Film boyunca kız kardeşi Sissy dışında duygusal anlamda bir şeyler paylaştığı tek kişi olan Alexa (Mari-Ange Ramirez) ile bir otel odasında tam cinsel ilişkiye girecekken “iktidar”sızlaşıyor ve bunun “utanç”ını yaşamak zorunda kalıyor. Yine bu utancı örtbas edebilmek için aynı otel odasına acilen bir eskort-kız çağırıp onunla cinsel ilişkiye giriyor. Hayatı zaten tek düze ve gayet mutsuz bir şekilde devam eden Brandon, kız kardeşi Sissy’nin gelişi ile tamamen altüst oluyor. Brandon gibi bir diğer yitik ruh olan Sissy, abisi gibi kapitalist düzenin olmazsa olmazı, iktidar ve paranın da gücüne sahip olmadığından hayatta Brandon’dan başka tutunacak hiçbir şeyi kalmamış bir karakter. Ancak Brandon, hayatındaki diğer her şey gibi onu da kendinden uzaklaştırmaya çalışıyor ama Sissy’nin intihara yeltenmesi, Brandon’nın kız kardeşine karşı bu tutumunu da filmin sonunda tamamen bir pişmanlığa dönüştürüyor. Film açıldığı gibi Brandon’nın metroda flörtleştiği kızla (Lucy Walters) bakışmasıyla sonlanıyor. Ve yönetmen 21. yüzyıl metropol insanının hayatın döngüsü içerisinde bir çıkış, kaçış noktası olmadığına vurgu yapıyor.
Michael Fassbender ve Carey Mulligan oyunculuklarıyla elmas misali parıldıyorlar. Mulligan kariyerinin en iyi performansına (New York, New York’u çok farklı bir yorum katarak söylediği bar sahnesi sinema tarihinde yer edecek cinsten) imza atıyor ve önümüzdeki yıllarda ismini çok daha fazla duyacağımızın adeta garantisini veriyor. Fassbender ise Hunger’la başladığı yolda, neredeyse oynadığı tüm filmlerde imza attığı dört dörtlük performanslarla kariyerine sapasağlam adımlarla devam ediyor. Son olarak yönetmen Steve Mcqueen, Shame’deki performansı ile 2013’de gösterime girmesi planlanan yine Michael Fassbender ve de Brad Pitt’in oynayacağı Twelve Years a Slave isimli filmi iple çekmemize neden oluyor.
Mcqueen, Hunger’da kapitalist düzen ve sistem eleştirisini Bobby Sands’in hapishane hücresinde geçirdiği günler üzerinden yaparken, Shame’de New York şehri Brandon Sullivan karakteri için Hunger’ın hapishane hücresinin yerini alıyor. Hunger’da Bobby Sands’in bedeni açlık grevinden heba olurken, Shame’in Brandon Sullivan’nının vücudu ve ruhu ise para karşılığı seks yapan kadınlarla birlikte eriyip gidiyor ve hatta gittiği gay club’daki erkeklerin eğlence alanına dönüşüyor.
Mcqueen’nin kamerasından akan görüntüler bir yalnızlık ve hüzün senfonisine dönüşürken, yönetmenin sakin anlatımı Brandon Sullivan’nın hayatının anlamsızlığına paralel seyrediyor. Film boyunca kız kardeşi Sissy dışında duygusal anlamda bir şeyler paylaştığı tek kişi olan Alexa (Mari-Ange Ramirez) ile bir otel odasında tam cinsel ilişkiye girecekken “iktidar”sızlaşıyor ve bunun “utanç”ını yaşamak zorunda kalıyor. Yine bu utancı örtbas edebilmek için aynı otel odasına acilen bir eskort-kız çağırıp onunla cinsel ilişkiye giriyor. Hayatı zaten tek düze ve gayet mutsuz bir şekilde devam eden Brandon, kız kardeşi Sissy’nin gelişi ile tamamen altüst oluyor. Brandon gibi bir diğer yitik ruh olan Sissy, abisi gibi kapitalist düzenin olmazsa olmazı, iktidar ve paranın da gücüne sahip olmadığından hayatta Brandon’dan başka tutunacak hiçbir şeyi kalmamış bir karakter. Ancak Brandon, hayatındaki diğer her şey gibi onu da kendinden uzaklaştırmaya çalışıyor ama Sissy’nin intihara yeltenmesi, Brandon’nın kız kardeşine karşı bu tutumunu da filmin sonunda tamamen bir pişmanlığa dönüştürüyor. Film açıldığı gibi Brandon’nın metroda flörtleştiği kızla (Lucy Walters) bakışmasıyla sonlanıyor. Ve yönetmen 21. yüzyıl metropol insanının hayatın döngüsü içerisinde bir çıkış, kaçış noktası olmadığına vurgu yapıyor.
Michael Fassbender ve Carey Mulligan oyunculuklarıyla elmas misali parıldıyorlar. Mulligan kariyerinin en iyi performansına (New York, New York’u çok farklı bir yorum katarak söylediği bar sahnesi sinema tarihinde yer edecek cinsten) imza atıyor ve önümüzdeki yıllarda ismini çok daha fazla duyacağımızın adeta garantisini veriyor. Fassbender ise Hunger’la başladığı yolda, neredeyse oynadığı tüm filmlerde imza attığı dört dörtlük performanslarla kariyerine sapasağlam adımlarla devam ediyor. Son olarak yönetmen Steve Mcqueen, Shame’deki performansı ile 2013’de gösterime girmesi planlanan yine Michael Fassbender ve de Brad Pitt’in oynayacağı Twelve Years a Slave isimli filmi iple çekmemize neden oluyor.
Yorumlar
Yorum Gönder